Yunanca adı Heliopolis (Güneş Kenti) olan eski zaman şehri Venüs, Jüpiter ve Bacchus Tapınağı başta olmak üzere pek çok tarihi kalıntıya ev sahipliği yapıyor. UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde. Tarih boyu pek çok kez el değiştirmiş. Ortadoğu’daki en önemli Roma kalıntısı.
Lübnan’ın başkenti Beyrut’un ne kadar güzel ve kendine özgü bir şehir olduğunu hep duyar, dinlerdim. Gösterişli Eğlence hayatı, Batı’yı aratmayan lüks otelleri, ünlü markaların boy gösterdiği vitrinleri, görkemli binaları ve Korniş’iyle Ortadoğu’nun Paris’iydi o. Bu cümleyi “bir zamanlar” sözcüğüyle bitirmemi bekleyebilirsiniz, çünkü son yıllarda Beyrut daha çok savaşla anılır oldu. Ancak savaşın ağır yaraları bile ondan bu unvanını alamadı. Kaybettiği çok şey vardı, yine de Kayıp şehre dönüşmedi. Silah ve top mermileriyle yıkıldığında bile asla harabe kent tanımını hak etmiyordu. Eğlenmeyi bilirken ağlamayı da öğrenmişti. İç burkan anılar, hâlâ hafızalarda tazeliğini koruyordu. Beyrut sadece bir ağıtı dillendirmiyordu. Onun herkese anlatacak başka başka hikâyeleri vardı. Gezmek, görmek, eğlenmek, anlatılanların izini sürmek ama en çok da yeni hikâyeler dinlemek için yola çıktım. Beyrut’la ilgili kurabileceğim ilk cümle şu olur: Kesinlikle hafızasını koruyan bir şehir. Sadece kendi hafızasını mı? Bunu daha ilk bakışta hem görüyor hem duyuyor hem de hissediyorsunuz. Hatta dokunabiliyorsunuz da... Üstelik karşınızda duran, savaşın izlerini hızla silmeye çalışıp kendini iyileştiren, durmadan yenileyen bir şehir iken. Beyrut’ta zaman, hem öncesiz hem sonrasız gibi; bugündesiniz, ama dün de yarın da sizinle. Karşınıza çıkan her sokakta, her yapıda, her yüzde hem yıllar, yüzyıllar öncesine gidiyorsunuz hem de bugünün ruhunu yakalıyorsunuz. Bellek, attığınız her adımda size eşlik ediyor ve her defasında yeni bir kapı aralıyor geçmiş zamana. Arnavutkaldırımlı sokakları arşınlarken, şık restoranlarda Beyrut mutfağıyla tanışırken, vitrinlerin ışıltısına dalarken, gece kulüplerinde çılgınca dans ederken ya da bir başınıza sessiz sakin bir köşede Feyruz’a kulak verirken zaman hep sizinle. Ünlü Lübnanlı ses sanatçısı Feyruz’un şarkılarıyla tanıştıysanız eğer, bu şehir kendiliğinden ve usulca sizi içine alıyor zaten. Feyruz bir şarkısında, “Seni seviyorum Beyrut/ Benim garip vatanım/ Kötü zamanlarda da seni özlüyor ve görmek istiyorum” derken, siz de savaşın acılarını yaşamış ve eski güzel günleri özleyen bir Beyrutlu oluveriyorsunuz.FENİKELİLER KURMUŞTUBeyrut’ta, kent merkezinde zamanı kovalamak şimdilik bir başka yazının konusu olsun, ben bu kez sizleri hâlâ zamanın tek boyutuyla hüküm sürdüğü Baalbek’e götürmek istiyorum. Buraya tam olarak şehir demek de mümkün değil. İsmini pek çoğumuz geçen yıl İsrail saldırıları sırasında duydu. Lübnan Kültür Bakanı’nın UNESCO’ya “Baalbek’i kurtarın” çağrısı yapmıştı. Her yıl Dünyanın dört bir yanından tarih meraklılarını ağırlıyan ıssız şehir, Beyrut’tan 180 kilometre uzaklıkta. Humus - Şam demiryolu üzerinde, Antilübnanların batı eteğinde. Dünya üzerindeki en geniş akropole sahip antik şehir. Aynı zamanda Ortadoğu’daki en önemli Roma kalıntısı. Baal tanrısına tapanların da merkezi.Roma egemenliği altındayken, güneş tanrısı Jüpiter için inşa edilen mabet dolayısıyla, “Heliopolis” (Güneş Şehir) ismini alan Baalbek şehrinin kurucusu Fenikeliler. Geçmişi MÖ 1100’e kadar uzanıyor. Tarih boyunca çeşitli uygarlıkların istilasına uğramış, pek çok kez el değiştirmiş. Romalıların, özellikle de Antonius’un zamanında çok gelişmiş. Ardından savaşlar yıkımlarla dolu asırlar geçirmiş. Şehirdeki en büyük yıkımı yapan Haçlılar. 14. yüzyılda Haçlılarca kaleye dönüştürülmüş. Ardından Ortadoğu seferine çıkan Timur’un gazabına uğramış. Sonra Osmanlı gelmiş. Zamanla yarısı toprağa gömülmüş. Osmanlılar, 1899’da ilk kez Almanlara kazı yapma izni vermiş. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Lübnan, Fransızların eline geçmiş ve sonraki onlar kazıları sürdürmüş. Antik şehrin kalıntıları ise Lübnanlılar tarafından ortaya çıkarılmış. SÜTUNLARINDAN BİRİ SÜLEYMANİYE CAMİİ’NDEGünümüzde Baalbek’te harabe halinde üç adet tapınak yer alıyor: Jüpiter, Bacchus ve Venüs tapınakları. En büyüğü olan Jüpiter Tapınağı, MS 3. yüzyılda yapılan büyük bir giriş kapısına sahip. Kapıdan geçince önce ön avluya, sonra da büyük avluya ulaşılıyor. Büyük avlunun eni 104,5 metre, genişliği ise 117 metre. Avludan sonra geniş bir kapıdan girilen tapınağın 84 granit sütunu var. Bugün bunlardan sadece altısı ayakta. Diğerlerinin bir kısmı kırılmış, bir kısmı da başka yerlere götürülmüş. Bu sütunlardan biriyse Süleymaniye Camii’nde bulunuyor. Bacchus Tapınağı Jüpiter’e göre daha iyi durumda. Tapınağın, her biri 18 metre yükseklikte olan 46 sütunu hâlâ ayakta bulunuyor. Venüs Tapınağı da son onarımlarla oldukça iyi durumda. Mabedin yapımında kullanılan ve Modern teknolojiyle bile hareket ettirilmesi çok zor olan birkaç bloğun, oraya nasıl taşındığı ise hâlâ muamma. Baalbek’in girişine inşa edilen müzeyi de mutlaka görün. Temmuzda yolunuz düşerse, 1956’dan bu yana sürdürülen Uluslararası Baalbek Festivali’nin bale gösterilerine, Klasik Müzik, caz, Rock konserlerine rastlayabilirsiniz. (www.baalbeck.org.lb) Gezi sonrası her ne kadar geri dönüp geceyi Beyrut’ta yaşamanızı tavsiye etsem de mutlaka kalmanız gerekiyorsa Ash-Shams veya Palmyra adlı otelleri tercih edebilirsiniz.
BEYRUT’A GELMİŞKEN…
Ünlü Lübnanlı sanatçılar Feyruz ve Ümmü Gülsüm’ün şarkılarıyla tanışın. · Gitmeden Batı Beyrut filmini izleyin. · Şehrin denizle buluştuğu kordon boyu La Corniche’de turlayın, Beyrutluları izleyin. · Oldukça uygun fiyata yolcu taşıyan taksi ya da dolmuşları da kullanmak mümkün ama bence bu şehri yürüyerek keşfetmelisiniz.· Beyrut geceleri çok hareketli, Beyrutlular eğlenmeyi gerçekten de iyi biliyorlar. Siz de bir gecenizi Beyrut eğlencesine ayırın.
YEMEDEN DÖNMEYİN
Lübnan mutfağı için Akdeniz mutfaklarının son derece ilginç bir karışımı diyebiliriz. Ege ve Akdeniz esintilerini de bulabiliyorsunuz, Güneydoğu ve Arap esintilerini de! İşte mutlaka tatmanız gerekenler: · Semsek (labneli börek), humus, tabuli (ince bulgurlu maydanoz salatası), nar ekşili zahter salatası, çiğ köfte (bulgurlu veya bulgursuz), patlıcan ezme (közlenmiş), zeytin, deniz ürünleri kibbe (içli köfte), binbir meze çeşidinden sadece birkaçı. · Beyrut mutfağının bir başka başrol oyuncusu da Zahter... Kekik türünden, ancak kekikten çok daha aromalı ve lezzetli... Tazesi, salata malzemesi; tozu, susam unu ve zeytinyağı ile karıştırılınca, kahvaltıda ekmeğe sürebiliyor veya kurusu, zahterli pide malzemesi şeklinde; günün her anında sofrada yer bulabiliyor kendine. · Ana yemeklerde bulgur, nohut, fasulye ve yoğurt başı çekiyor. Lebeniye (nohutlu yoğurt çorbası), kibbe lebeniye (içli köfteli versiyonu), falafel (kızarmış soğanlı nohut ezmesi), tavuklu pilav, maluf (fasulye ezmesi), ekşili yaprak sarma baştan çıkaran lezzetler arasında. · Lübnan, bir yandan da zeytin ve zeytinyağı cenneti. Salatalara ve yemeklere konanlar yetmiyormuş gibi; zeytinyağı, sabah, öğlen, akşam değişik karaf ve kâselerde sofrada da sunuluyor. Yemeklerden sonra ağır tatlılar ve kakuleli Türk kahvesi pek makbul. · Ekşili yaprak sarma da bir daha kolay kolay bulamayacağınız bir lezzet, kaçırmayın. · Alkolle arası iyi olanlar muhakkak “arak” içmeli. Hatta bir şişe de sevdiklerinize getirin.
Zamanın izinde Beyrut’tan Baalbek’e
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.