KARSSiz onu bir de karın beyaz battaniyesi örttüğünde görünEğer 2010 yılına nasıl girdiğinizi ballandıra ballandıra anlatmak niyetindeyseniz size uzun bir yolculuk önereceğim. Aslında kurduğum cümle sanırım yanlış oldu. Şöyle deseydim daha doğru olurdu sanırım; “Size iki saatte ulaşabileceğiniz, çok uzaklarda bir kent önereceğim...” Nasıl derseniz, anlatayım. Kars, Türkiye’nin en doğu ucunda. Ama uzakları yakın eden uçak, İstanbul’dan aldığı yolcuları yaklaşık iki saatte Kars’a ulaştırıyor. Kars uzak olduğu kadar, bu mevsimde çok soğuk da. Beyaz battaniyesini çoktan üstüne örtmüştür bile. Kars aslında kışın, kar altındayken güzeldir. Beyaz örtü bazı çirkinlikleri gözden saklar. Hem yeni yıl akşamı karla birlikte anılmaz mı zaten?Aslında Kars adı soğuğu çağrıştırır. Sonra da taş evler, geniş caddeler, kartal yuvası kale, tarihi köprü, gravyer ve kaşar peyniri, kaz kebabı, lezzetli yemekler, göllerin prensesi Çıldır ve asırlardır yapayalnız olan Ani harabeleri gelir insanın aklına. Ama Kars’ın baharı da, yazı da ayrı bir Güzellik sergiler. Doğası rengârenk tablolara dönüşür. Yani en doğudaki bu kentin her mevsimi güzeldir.Kars’ın tarihini uzun uzun anlatmayacağım. Çünkü o zaman yazı alır başını gider. Toparlamak zorlaşır. Onun için bugüne daha yakın geçmişten söz etmekte yarar var. Kenti gezmeye Kars Kalesi’nden başlayabilirsiniz. Kale, tepede, bir kayalığın üstünde kendini gösterir. Eteklerinde gürül gürül Kars Çayı akıp gider. Bu deli çayı aşmak için tarihi Taş Köprü’yü geçmeniz gerekir. Köprü ve etrafının fotoğrafçılara çok güzel pozlar verdiğini aklınızdan çıkarmayın. Kaleye ulaşan yol oldukça diktir. Tepeye kadar çıkmaya niyetliyseniz soluk soluğa kalmayı göze almalısınız. Kalenin güney eteklerinde eski Osmanlı mahallesi uzanır. İşte bu, kentin Mimari zenginliğinin kanıtlarından biridir. Bir yanda Rus mimarisini yansıtan taş evler, geniş caddeler, diğer yandan cumbalı Osmanlı evleri...EVLERİN HİKÂYESİYeni Kars’ta kuzeyden güneye uzanan dört ana caddeyi, doğudan batıya uzanan dört cadde dikine keser. Bu caddeleri, Baltık tarzı, düzgün kesme bazalt taşlarıyla yapılmış, bir veya iki katlı evler süsler. Bu evlerin hikâyesi şöyledir: 1877-78 savaşından sonra Kars’ı işgal eden Ruslar burayı Askeri vilayet ilan eder. Rus kumandanları ve aileleri için yeni bir kent inşa edilir. Kenti, 1890’da Hollanda’dan getirilen mimarlar düzenler. Buraya kadar geldikten sonra Çıldır’ı görmeden dönmek olmaz. Kars’tan çıkınca pencereden akıp giden görüntü birden boşalır. Karla kaplı düzlükler ve dağlar vardır artık... Göz alabildiğine hep aynı manzara uzanır gider. Arada bir, kara koyun sürülerini hayvan pazarına götüren çobanlar görüntüye girer. Köylerde kimsecikler görünmez. Ama bacalar beyaz beyaz tüter. Yolun iki yanındaki düzlüklerde tilkiler koşturup durur. Karların altında yiyecek bir şeyler ararlar. Arpaçay’ı geçince, uzaklarda Akbaba Dağı’nın karlı yamaçları görünür. Dağın arkasında Gürcistan ve Ermenistan vardır. Çıldır Gölü’nün önce ucu kendini gösterir. Küçük bir dere, sazlıkların arasından kıvrılıp göle kavuşur. Bir süre sonra bembeyaz göl görüntüye girer. O görününce, rüzgârın uğultusundan başka ses duyulmaz. Aslında Çıldır, çatırdayan buzlarıyla çığlık atar. Onu duymak için üstünde yürümek, gece ayazında kıyısında dikilmek gerekir. Çıldır insanı büyüler.Yeni yıla bu çığlık atan gölün üstünde şampanya patlatarak girmek, masalda yaşamak gibi bir şeydir. Yaşamınız boyunca unutamazsınız.Sınırdaki hayalet kentKars’a kadar gitmişken doğuya doğru 45 kilometre daha ilerleyip Türkiye’yi bitirmelisiniz. Çünkü burada 6.5 yüzyıldır bacası tütmeyen bir hayalet kent var. Ermeni Bagratuni Krallığı’nın başkenti... Daha önce bir Ermeni kale kasabası olan Ani, Kral III. Aşot’un hükümet merkezini Kars’tan buraya taşımasıyla önem kazanmıştır. Aşot’tan sonra tahta oturan I. Gagik, Ani’nin etrafını saran surları güçlendirmiş, kenti saraylar, kamu binaları, kiliseler ve muhteşem katedrallerle süslemiştir.Savaşlarla el değiştiren Ani, her seferinde biraz daha yıkılmıştır. Büyük darbeyi ise 1319 yılındaki deprem vurmuştur. Yerle bir olan kenti halk yavaş yavaş terk etmiştir. Ani’deki en son yazı 1348 tarihini taşır. Sonrasında şehrin üstüne sessizlik çökmüş, unutulup gitmiştir. Ta ki, 19. yüzyılda Batılı gezginlerce keşfedilene kadar. İngiliz gezgin Wilbraham, 1837’de Ani’yi görüp şunları yazmıştır: “Babil’in biçimsiz tümsekleri iskelete benziyor ama terk edilmiş Ani şehri, nefesi kesildiği halde yaşıyormuş gibi görünen bir cesedi andırıyor.”Batı tarafı yüksek surlarla çevrili olan kentin doğusunda Arpaçay’ın aktığı derin vadi bulunur. İşte bu vadi, Türkiye ile Ermenistan’ı birbirinden ayırır. İki ülke arasındaki mesafe öylesine yakındır ki, bir taş atsanız karşıdaki ülkeye düşer. Bu vadiyi gören bir yıkıntının üstüne oturup, uzaklardaki yüce dağlara bakmak, Ani’nin sessizliğini dinlemek, geçmişi düşlemek, Ermenistan’ı seyretmek insanı bir başka boyuta taşır.BALIKESİRİda Dağı’nın eteklerinde efsanelerle baş başaYeni yıla birkaç arkadaşla birlikte sessiz bir köşede lezzetli yemekler eşliğinde girmek isterseniz, size Kaz Dağları’nda bir adres önereceğim. Buraya nasıl gidildiğini şöyle anlatabilirim: Çanakkale üstünden gelirken Küçükkuyu’yu, beton yığınına dönüştürülen Altınoluk’u geçeceksiniz. Sol tarafta Tahtakuşlar sapağından içeri girip, döne döne Çamlıbel Köyü’ne tırmanacaksınız. Yeni yıla gireceğiniz Zeytinbağı Oteli’ni bulmakta hiç zorlanmayacaksınız. Sekiz odalı küçük otel, zeytin, incir, badem, fıstık ağaçlarının, bu mevsimde görünmeyen ama baharda rengârenk boy veren katırtırnaklarının, mevsiminde pembe mor çiçekler açan anemonların arasına saklanmıştır. Sizi büyük bir olasılıkla otelin işletmecisi, başaşçısı hem de her şeyi olan Erhan Şeker karşılayacaktır. Odanıza yerleştikten sonra, üstünüze kalın bir şeyler giyip bahçeye çıkın. Orada derin derin nefes alıp dağın seslerini dinleyin.Zeytinbağı’nda kaldığınız sürede yemek konusunda hiç endişe etmeyin. Çünkü Erhan Şeker bu konuda büyük ustadır. Onun eline kimse kolay kolay su dökemez. Siz gündüzleri dağ yürüyüşü yapın, akşamüstleri arkadaşlarınızla Ege’ye doğru kadeh kaldırın, sonra masanın başına geçip sizin için hazırlanan yemek şölenine katılın.Eğer şansınız varsa, yeni yıl gecesi Tunçel Kurtiz de sizinle kadeh tokuşturabilir. O davudi sesiyle size İda’nın efsanelerini anlatıp gecenize renk katabilir. Zeytinbağı’nda eski yılı yolcu etmek, yeni yıla hoş geldin demek yaşamınıza ayrı bir renk katacaktır. Tabii tüm bu güzel kutlamayı gerçekleştirebilmeniz için şimdiden yer ayırtmanız gerekiyor. Çat kapı giderseniz kapıda kalabilirsiniz.ORMANDA YÜRÜYÜŞEğer Kaz Dağları’nda başka bir adres isterseniz, size İlyada Otel’i öneririm. Buraya gitmek için Edremit’ten Kalkım istikametine sapmanız gerekir. Kızılçam ormanlarının içinden geçen bu yol, Kaz Dağları’nın çevrelediği yeşil çanağa doğru gider. İçlere doğru ilerledikçe termometrenin derecesinin hızla aşağıya indiğini göreceksiniz. İlyada Otel, ormanın içinde kaybolmuş küçük ve şık bir mekândır. Müşterileri daha çok Avrupa’dan gelen yabandomuzu avcılarıdır. Yeni yıla girmek bahanesiyle gideceğiniz İlyada Otel’de, kentin gürültüsünden uzakta bir-iki gün geçirmek Yaşam akülerinizi dolduracaktır. Yeni yıla zinde bir şekilde gireceğinizden emin olabilirsiniz. Gündüzleri ağaçkakanların gaga darbelerini, adını bilmediğiniz kuşların seslerini dinleye dinleye ormanın derinliklerine doğru yürüyün. Bu yürüyüş sizi kentin tüm zararlı etkilerinden arındıracaktır.Yeni yıla otelin havuzunun etrafında, eşinizle, dostunuzla kuş sesleri arasında girmek size çok keyif verecektir. KIRKLARELİKıyıköy’ün huzurunu Karadeniz mavisiyle buluşturunSize yeni yıl gecesi için Trakya’dan önereceğim kaçış noktası, Kırklareli’nin Karadeniz sahilindeki Kıyıköy’ü olacak. Bu cennet köşesine, İstanbul’dan otomobille yaklaşık 2.5 saatte ulaşırsınız. Yolu kısaltmak veya uzatmak sizin elinizde. TEM’den Edirne’ye doğru giderken Çerkezköy ayrımından otoyoldan çıkıyorsunuz. Daha sonra Saray’ı geçip, Kıyıköy istikametine ilerliyorsunuz. Yolun bu bölümü, insanın aklını başından alacak kadar güzel. Bu mevsimde yapraklarından soyunan ağaçlar, yolun iki yakasında uzanıp gidiyor. Acele etmemenizi, pencerenizi açıp, temiz havayla ciğerlerinizi yıkamanızı öneririm. Bu ağaçlıklı yolla birlikte tüm vücudunuzu bir huzur kapladığını hissedeceksiniz.Kıyıköy, Karadeniz’e akan Kazandere ve Pabuçdere’nin kucakladığı tepenin üstünde kurulmuş. Eski adı “Midye” olan bu köyde bir zamanlar Rumlar yaşıyormuş. Lozan Antlaşması’yla birlikte Rum nüfus, Batı Trakya’dan gelen Türklerle yer değiştirmiş. Köyün etrafı, büyük bir bölümü hâlâ ayakta duran Bizans surlarıyla çevrili. Bu surların 6. yüzyılda yapıldığı ve 9. yüzyılda onarım gördüğü belirtiliyor. Dere kıyısında ise kayalara oyularak yapılan 6. yüzyıldan kalma Aya Nikola Kilisesi, tüm bakımsızlığına rağmen insanı hayrete düşürüyor.SESSİZ VE LEZZETLİKaradeniz’e tepeden bakan bu şirin balıkçı köyüne, surların arasındaki asırlık bir kapıdan giriliyor. Daracık sokakların iki yanına eski ahşap evler sıralanmış. Yıkılmaya yüz tutmuş yaşlı evlerde hâlâ yaşayanlar var. Kim bilir kaç kuşaktan beri bu evlerde oturuyorlar? İnsan bu sokaklarda dolaşırken geçmişe yolculuk yaptığını sanıyor. Köyün bitimindeki kahvede oturup, Karadeniz’in lacivert sonsuzluğuna bakmak bir başka keyif veriyor.Köyün girişindeki Asmalı Kahve, adını etrafını saran yaşlı asmadan almış. Burada çay içen köy sakinleri, genellikle “Türkiye’nin hali ne olacak” sorusunun yanıtını arar. Tabii köy dedikoduları da asla ihmal edilmiyor.Kıyıköy’de yeni yıl gecesi için önereceğim mekân “Hotel Endorfina”. Karadeniz manzaralı temiz odaları, önünde geniş bir bahçenin uzandığı restoranı ile tam hafta sonu oteli. Mutfağı oldukça iddialı. Zeytinyağlıların yanı sıra, taze balıklar insanın damağında unutulmaz tatlar bırakıyor. Şef Mehmet Kartal, aynı zamanda tirol teknesi kaptanı, balıktan iyi anlıyor. Lezzetlisini seçiyor ve usulünde pişiriyor. Bir arkadaş grubuyla giderseniz, doya doya eğlenerek ve lezzetli yemekler yiyerek yeni yıla neşe içinde girersiniz. Aman gecenin sonunda kırlangıçtan yapılan balık çorbasını içmeyi unutmayın.İZMİRAlaçatı’nın butik otellerinde lezzet sörfüYazlık mekânlara kışın gitmeyi çok severim. Çünkü artık kalabalıklar çekilmiş, kasaba kendi kendine kalmıştır. Süslenmiş püslenmiş yazlık yüzünün altından gerçek yüzü çıkmıştır artık. Kimse kimseyi kazıklama telaşında değildir. Omuz omza yürünen sokaklar yalnızlığın tadını çıkarmaktadır. Herkes gerçek kimliğine bürünmüştür. Yaz gürültüsünün ve koşuşturmasının yerini artık dingin bir sessizlik almıştır.SESSİZLİĞİN KOLLARINDASize bu yeni yıla İzmir’in Alaçatı ilçesinde girmenizi öneriyorum. Yaz aylarının gözdesi bu ilçenin daracık sokaklarında bir aşağı bir yukarı yürümenin tam zamanıdır. Perşembe, cuma, cumartesi, pazar... Bir arkadaş grubu ile Alaçatı’nın birbirinden güzel butik otellerinden birini üs tutup, vur patlasın çal oynasın bir yılbaşı akşamından sonra, ertesi gün kendinizi sessizliğin kollarına atabilirsiniz.Eğer gidecek olursanız, size buranın geçmişi hakkında kısa bir bilgi vermek isterim. 1850 yılına kadar bir bataklık olan Alaçatı, sonradan kurutulmuş ve adalardan getirilen Rum işçilere burada bir liman inşa ettirilmiştir. Rum işçiler, limanın bir kilometre içine kendileri için taş evler yapıp bir köy oluşturmuşlar, çevreye de Şarap yapmak için bağlar dikmişlerdir. Bugün sokaklarda dolaşırken hayranlıkla seyrettiğiniz taş evler, işte bu Rum işçilerin yaptığı evlerdir. Tüm bölgede olduğu gibi burada yaşayan Rum ahali de, mübadele ile Alaçatı’dan sürülmüştür. Bu hüzünlü hikâyeyi uzatıp yeni yıl coşkusuna ket vurmamak gerekir galiba.Rüzgârların cirit attığı Alaçatı’da bu mevsimde sörf yapacağınızı pek sanmıyorum ama lezzetli yemekler yiyebileceğinizi umuyorum. Sanıyorum ilçenin gözde mekânları, yeni yıl için kapılarını açacaklardır. Örneğin Köşekahve’de, Ortakahve’de, Agrilia’da, Lavanta’da, Tual’de hem uzun uzun gazetenizi okuyabilir, kahvenizi çayınızı yiyebilir, lezzetli yiyeceklerle karnınızı doyurabilir, eğer vakit gelmişse içkinizi yudumlayabilirsiniz. VAKTİNİZ VARSA ÇEŞME’YE UZANINEğer cumartesi günü de orada kalırsanız, Alaçatı Pazarı’na uğramanızı öneririm. Burası, Ege’nin en renkli pazarıdır. Her ne kadar bu mevsimde çeşit azalsa da, pazarda sergilenenler hâlâ çekicidir. Alaçatı’ya çakılıp kalmak istemiyorsanız, size biraz ötedeki Çeşme’ye gitmenizi, Dalyan’da balık yemenizi, Ilıca’da Kumrucu Hüseyin’in kumrularıyla kahvaltı etmenizi, Ildırı sahilindeki balık lokantalarından bir-iki kadeh içmenizi, Urla’da Ünal kardeşlerin muhteşem katmerinin tadına bakmanızı, Dünyanın en eski zeytinyağı sıkım yeri olan Klazomenai’yi gezmenizi öneririm.Kış ortasında yazlık Alaçatı’da uzun bir hafta sonu geçirmek için, yılbaşından daha iyi bahane olmaz galiba. Arkadaşlarınızı ayartmak, uçak ve Otel rezervasyonu yaptırmak için çok vaktiniz yok. Hürriyet Seyahat’i okumayı bitirir bitirmez, telefona sarılmanızı öneririm. Alaçatı’da yeni yıla girmek yaşam pillerinizi tazeleyecektir emin olun.
Yılbaşı akşamı için dört şehirden alternatifler
Yılbaşı akşamı için dört şehirden alternatifler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.